DİLİMİZE SAHİP ÇIKALIM
ŞiMDEN GiRü HiÇ KiMESNE KAPUDA VE DîVÂNDA VE MECALiS VE SEYRÂNDA TüRKî DiLiNDEN GAYRI DiL SöYLEMEYE.(Karamanoğlu Mehmet Bey-13Mayıs 1277)
Bundan 729 yıl önce ,13 Mayıs 1277’de Karamanoğlu Mehmet Bey yayınladığı fermanda; "BU GÜNDEN SONRA DİVANDA, DERGÂHDA VE BARGÂHDA, MECLİSDE VE MEYDANDA TÜRKÇE'DEN BAŞKA DİL KULLANILMAYA" diyerek, Türk Milleti'nin en önemli yaralarından birisine parmak basmıştır.. Peki ne idi Mehmet Bey'in böyle bir ferman yayınlama sebebi? Türkler Orta Asya’dan kitleler halinde Batıya kayarken, yerleşik kültürlerle de zamanla etkileşme içine girmiştir. Bir taraftan kendi kültür değerlerini bulundukları coğrafyaya verirken, bazen de almıştır. Ancak hâkim siyasi otoritenin vermiş olduğu öz güvenle, geleceğini büyük tehlikelere düşürebilecek hatalara da düşülmüştür. Bu hataların beklide en tehlikelisi dil sahasında yaşanmıştır.
Türklerin batıdaki hakimiyetinin temellerini oluşturan geniş Türkmen kitleleri, ana dilleri olan Türkçe konuşurken, siyasi otoriteyi temsil edenlerde bilhassa Farsça ve Arapçaya karşı bir özenti başlamıştı.Artık şiirler ve edebi eserler başta olmak üzere, bu dillerin tesiri her sahada hissediliyordu.Bu durum, asli unsur olan Türk boyları arasında büyük tepki ile karşılanmaktadır. İşte Karaman Oğlu Mehmet Beyin bu yiğit çıkışı, kitlenin hislerine tercüman olduğu için büyük tesir doğurmuştur. Dil, milletlerin en önemli değerleridir. Milletlerin ayakta kalması, ortak ülkü etrafında birleşmeleri, büyük hedeflere kilitlenmeleri ancak bir birlerini anlamaları ile mümkündür.
Türkçe, dışarıdan zorlamalar olmadan, halkın kullandığı şekliyle ele alınırsa güzelliğinin artmasının yanında etkinliği de artar. Ancak, yüzyıllardır Türkçe üzerinde oynanan oyunlar ,büyük tahribatlara yol açmıştır. . Türkçenin hâkim olduğu coğrafyada insanların birbirlerini anlamada zorlanmaların altında, bu zorlamalar dolayısı ile ortaya çıkan yozlaşma yatmaktadır. Kırım Güzelbahçe’de Tercüman gazetesini çıkaran Gaspıralı İsmail, “Dilde ,İşte, Fikirde Birlik” idealinin gerçekleştirilmesinin “Yaşayan Türkçe” ile mümkün olabileceğini gördüğü için bu konuya büyük bir önem vermiştir. Tercüman Gazetesi, yayın hayatı boyunca hemen hemen bütün Türk coğrafyasında rahatlıkla okunmuş ve anlaşılmıştır. Sonrasında çok önemli gelişmeler doğurmuştur.
Bu gerçek orta yerde dururken, Türk Dilinin günümüzdeki hali dehşet vericidir. Geçmişteki Arapça ve Farsça özentisinin yerini, şimdi başta İngilizce olmak üzere batı dilleri almıştır. Yabancı gibi konuşma, yabancı gibi düşünme hastalığı her alanda görülmektedir. Birçok işyerini tabelalarındaki yabancı isimlerden tutun, çocuklarına yabancı ad koymaya kadar birçok sahada karşılaştığımız bilinçsizlikler, adeta milletimizin en önemli hazinesi olan Türk Diline saplanan bir hançer gibidir. Bizim bilinçsiz olarak içinde yer aldığımız bu tehlikeli gidişat, dış çevreler tarafından belli bir plan dahilinde sürdürülmektedir. Bu konuda Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu şöyle demektedir ; [size=18pt]“Bir milleti yok etmenin yolu, önce onun dilini yok etmekten geçer. Batı’nın en büyük meselesi Türkçeyi yok etmektir. IMF'ye, Avrupa Birliği'ne kafa tut, çok iş gelmez başına. Ama bu oyunu bozmaya kalkarsan her türlü belayı başınıza açarlar.”
Türk Dilinin karşı karşıya bulunduğu yozlaşma tehlikesine karşı çok duyarlı olmak zorundayız. Dilimiz, milletimizi bir arada tutan, anlaşmasını sağlayan en önemli değerimizdir. Dilimizdeki yozlaşma, kısa zamanda toplumun her sahasını tesiri altına alır.Kültürel yozlaşma bir sahada başladığında , diğer alanlarda hissedilmemesi imkansızdır. Hele dil gibi çok önemli bir alandaki bozulmanın sonuçları daha tehlikelidir. Yozlaşmaların toplumları bitirdiğini, köklerinden kopardığını ve yok ettiğini, tarihin birçok sayfasında görmekteyiz. Milletler arası alanda büyük olmak, ağırlığımızı hissettirmek her şeyden önce bize bağlıdır. Kendi değerlerinize önem verdikçe, bunları yaşatılıp geliştirdiğimiz ölçüde belli mesafeleri alabiliriz. Kendisine saygısı olmayanın, saygı beklemeye hakkı yoktur. Dilimiz başta olmak üzere, bizi bir arada tutan değerlerimize sahip çıktığımız oranda büyük olabilir, dünyada hakkettiğimiz yeri alabiliriz…
Yazar: Arslantürk Akyıldız
DİLİMİZİ KORUYALIM
Aslında bu başlığı seçerken “Acaba kavram olarak bir yanlışlığa sebep olabilir mi?” diye uzun süre kararsız kaldım. Çünkü ancak aciz, bakıma muhtaç olan bir şey koruma altına alınır. Bu tarz bir söylemle dilimizin acizliğini, korunmaya muhtaç olduğunu ima ederek ona hakaret mi ediyordum? Hayır, kesinlikle hayır. Biliyorum ki bizim dilimiz tarihler boyu, zengin bir kültür, bilim ve sanat dili olarak var olmuş ve bu varlığını da ebediyen sürdürecektir. Ancak zaman içerisinde dilimizin güncel sorunlar sonucu kirletilmeye başlatıldığı da hiç kimsenin göz ardı edemeyeceği acı bir gerçektir. Başımızı kuma gömerek bunu görmemezlikten gelmek aymazlığın ta kendisidir. Bunun nedenleri ve niçinleri üzerinde duracak değilim. Amacım, bu aymazlığa dur diyerek, gittikçe körelmeye başlayan toplumdaki dil bilincini yeniden canlandırmak, bu doğrultuda da alaca karanlık içindeki dilimiz adına bir mum yakıp parıltısına parıltı katmaktır, gücümün yettiğince.
Bugün dilimizdeki sözcük sayısının 75.000 olduğunu düşünürsek (TDK Türkçe Sözlük 1998) ve biz bu dağarcık içindeki sözcüklerimizin sadece 200-300 en fazla 500 kadarıyla yetinip gerisini sayfalar arasına mahkûm ediyor ve gerek duyulduğunda dış kaynaklı karşılıklarına “havalı” oluyor diye itibar ediyorsak, hiç bir zaman yabancı sözcüklerin istilasıyla oluşan tabelalardan dolayı sokaklarımızın bize yabancılaştığından şikâyetçi olmaya hakkımız olamaz. Tarihin kayıtlarına göre, Osmanlı Devletinin son günlerindeki işgal döneminde İstanbul caddelerinin görüntüleri de böyleymiş. Hadi o dönem diyelim ki kaçınılmaz zorunlu bir hâldi. Ya bugün! Arife gerekmezmiş tarif. Tarihten ders alamayan bir ulusun, geçmişini kaybettiği gibi gelecekten söz etmeye de hakkı yoktur. O tarih bir daha yazılmayacaktır.
Herkesi aslına davet ediyor, silkinip şöyle bir bakalım çevremize diyorum. Bakalım da görelim ne oyunlar tezgâhlanıyor: Vatan, millet adına. İlgisizlik arşa yükselirken entel geçinen özenti uşakları bilinçsizce açılan tezgâhta dilimi katledip gönüllü tezgâhtarlık yapıyor üç kuruşluk çıkar uğruna. Dil elden gitmiş kime ne?
DİLİMİZİ KORUYALIM ama bağnazca bir tutum sergileyerek değil. Dil toplumun, halkın malıdır. Halka ters düşmek ikilem doğurur. Yanlış ama yaygın olan bir kullanımın önüne geçemezsiniz. Bunu zorlamaya çalışırsanız yapmanız gereken yeni düzenlemelerde de güven sağlayamazsınız. Dilimizde yaşayan, yaygın bir kullanım alanına sahip, yazımı ve söylemiyle artık bizden bir parça halini almış bu sözcükleri “yabancı kökenlidir” diye dışlayamazsınız. Yoksa siz dışlanırsınız. Bu durumda yapılması gereken şey o sözcüğe karşı Türkçe eş anlamlı bir sözcük türetmektir. Zaman içerisinde ana dilin verdiği tad, yabancı sözcüğü dışlayacak, o sözcüğü öldürecektir. Bunun gerçekleşmesi için olmazsa olmazların en başında, bilimsellik ve halkla bütünleşmek gelir. Halktan kopuk bir aydın kesim halkın diline ne derece gerçekçi anlamda tercüman olabilir. Masa başında kariyer yapmanın, politika üretmenin, bireyselliğin dışında kime faydası olabilir. Ama dil bireyselliğin aşılmasını gerektiren millî bir bütünlüğün temeli değil midir?
Bilim dünyasındaki hızlı gelişim ve buna paralel olarak gelen araç ve gereçlerin önüne set çekmenin mantığı olabilir mi? Elbette hayır. Ama bu ürünlerin, beraberinde gölge gibi sinsice ve acımasızca dilimize sokmaya çalıştıkları sözcükleri yanlarında getirmelerine de izin veremeyiz. Vermememiz gerekir. En kısa zamanda bunları adlandıracağımız sözcükleri gün ışığına çıkarmalıyız. Bir anlık gecikmenin bile vereceği zarar, çığa dönüşen kar zerreciğinden farklı olmayacaktır. Eğer başı boş bırakılır, bir sözcükten bir şey olmaz, düşüncesi arkasına gizlenerek avuntu içine girersek sadece ve sadece kendimizi kandırmış oluruz. Bu damlacıkların zamanla nelere mal olacağı, göl mü yoksa sel mi olacağı, önünde nasıl durulacağı iyi hesaplanmalıdır.
Sözcüklerin türetimi sırasında iki aşamalı yol izlenmek zorundadır. Bu iki aşamada bilimsellik ön planda olmalıdır.
1- Meslekî açıdan inceleme: Kullanıma yeni giren ürünle ilgili uzman kişilerin bir araya gelerek yapacakları inceleme sonucu hangi kavramların ortaya çıkabileceğini belirlemeleri gerekmektedir.
2- Dil açısından inceleme ve sonuçlandırma: Birinci aşamadaki uzman kişilerin elde ettikleri veriler, dil uzmanlarıyla bir araya gelinerek tartışmaya açılmalı ve sonuçta dilin yapısına uygun en güzel yapılar belirlenmelidir.
Bu iki aşama birbirini tamamlayan bir mekanizma olmak zorundadır. Aksi takdirde birinden birinin işin dışında bırakılması sonuçun sağlıklı olmayacağı ve işin şansa bırakılacağı anlamına gelecektir. Burada da iş yine bireysellikten ziyade grup çalışmasına düşmektedir. Ancak ve ancak bu şekilde dil kirliliğinin önüne geçilebilir. Ülkemizde de bu işlerin yürütülmesinden sorumlu olarak TDK ön plana çıkmaktadır. Bu yasalar gereği de böyledir. Ancak yasalar TDK’ye bu görevi verirken bize de “Siz durun, bu sizin işiniz değil!” dememiştir. Dolayısıyla bir kenarda seyirci kalıp birilerinden medet umacağımıza bir an önce bu ulusun bir bireyi olarak sorumluluğumuz olması gereken şeyi yani “boşvercilik” kınından sıyrılarak üstümüze düşeni, dilimize sahip çıkıp onu korumayı üstlenmeliyiz.
Kendimizle barışık olamadığımız, başkalarının bizden üstün olduğu düşüncesinin ezikliğinden kurtulamayıp dilimize, dinimize, kültürümüze sahip çıkamadığımız, hele hele yozlaşmasına “bananecilikle” yaklaşarak tarihimizi, onurlu geçmişimizi unutup onursuz yarınlara meyl ettiğimiz sürece boyunduruk boynumuzun borcudur.
Gelecek kuşakların hâlâ gurur duyabilecekleri bir dilinin olmasını istiyor, Türk’e Türkçeden başka bir dil yakışmaz diyorsak gelin DİLİMİZİ KORUYALIM. (Alıntı)
GERİ DÖN
ANASAYAYA DÖN
|